Kitap Tanıtımı: Byung-Chul Han,[1] (2024) Hiper – Kültürellik (Kültür ve Küreselleşme), İstanbul, Ketebe Yayınları, ISBN: 978-625-6309-77-7
HİPER – KÜLTÜRELLİK: KÜLTÜR VE KÜRESELLEŞME
Yazara göre, küreselleşme, kültür kavramını kökten dönüştüren en önemli dinamiklerden biri haline gelmiştir. Kültür, geçmişte belirli bir topluluğa ait ortak değerler, gelenekler ve aidiyetler bütünü olarak görülürken, artık sabit sınırları olan bir yapı olmaktan çıkıp, sürekli değişen, akışkan ve melez bir form kazanmıştır. Bu bağlamda Hiper-Kültürellik, kültürün geleneksel unsurlarından arınarak sınırlarını kaybettiği, doğasızlaştığı ve bireylerin çeşitli kimlik unsurlarını serbestçe bir araya getirdiği bir süreci tanımlar. (s.17)
Yazarın, “Hawaii gömlekli turist”(s.9), metaforu, bireyin bir yerliliğe veya köklü kültürel bağlara sahip olmaktan çok, küreselleşmenin sunduğu çeşitlilik içinde gezinen, yerleşik değil akışkan bir kimliğe sahip olmasını anlatır. Bu bağlamda kültür, sadece yerel unsurların bir toplamı değil, internetin, medya araçlarının ve küresel etkileşimin şekillendirdiği bir hipermetne dönüşmüştür. Hiperkültür, klasik anlamda tarih, yer ve kimlikle sınırlı olmayan, aksine sürekli yeniden tasarlanan, esnek ve geçişken bir alan olarak ortaya çıkar. (s.18)
Kültür ve Hiperkültür
Hegel’e göre “güzel ve sahiden özgür yaşamın, kan bağı ve dostluk içinde kalan bir ırkın basit gelişiminden meydana gelebileceğini tasavvur etmek süzme salaklıktır.” “Onun zihin olma kuvvetini kazandığı tek şey yabancılığın kendisidir.” Daha ziyade kendi başına yabancılık “güzel özgür yunan zihnini yaratmaz.” Bunun için gereken bir şeyde yabancılığın “yenilmesidir”. Ancak kendi başına yabancının yenilmesi yabancılığı kolaylıkla gözden çıkarılabilecek salt olumsuz bir şey haline getirmez çünkü kendi başına yabancılık “Yunan zihninin” kurucu “unsurudur”. Böyle bakıldığında yabancının varlığı, kendini oluşturmak için gereklidir.”(s.12) Yazar, Hegel ve Herder gibi filozofların görüşlerinden hareketle, yabancılık kavramının hem bir tehdit hem de kültürel gelişim için zorunlu bir unsur olduğunu vurguluyor: Kültürler, kendilerini “öteki” üzerinden tanımlıyor ancak hiperkültürel dünyada bu “öteki” giderek silikleşiyor. (s.14)
Kültürün artık anlamlı, homojen bir bütünlük sunmadığını ve bu nedenle “kültür” kavramının varlığını yitirdiğini iddia ediyor. Küreselleşme sürecinde kültürel sınırların ortadan kalktığı, mekânın ve tarihin giderek önemsizleştiği belirtiliyor. Artık kültür, bir milletin veya topluluğun ortak değerlerinden değil, bireylerin kendi seçtiği ve tasarladığı kimliklerden oluşuyor.(s.23) Kültür, özünden koparak bir çeşit hipermarket haline geliyor; her şeyin bir arada bulunduğu ama hiçbir şeyin özgün olmadığı bir yapıya dönüşüyor.(s.18)
Küreselleşme ile birlikte kültürlerin birbirine karıştığı, hatta “olgusuzlaştırıldığı” (tarihsiz ve mekânsız hale getirildiği) bir dünyadan söz ediliyor. Kültürel özgünlük ve orijinallik gibi kavramların anlamsızlaştığı, kültürel pratiklerin bir hipermarket gibi tüketiciye sunulduğu ileri sürülüyor. Hiperkültür, ne tam anlamıyla tek bir kültürün hâkim olduğu bir mono kültürdür ne de geçmişin çok kültürlü anlayışlarına benzer. Daha çok, sınırsız bir etkileşim ortamıdır.(s.23)
Hawaii Gömlekli Turist “Bugün Nereye Gitmek İstersin?”
Yazar bu bölümde Britanyalı etnolog Nigel Barley şöyle bir tahminiyle giriş yapar: “Geleceğin gerçek anahtarı, kültür gibi temel kavramların var olmayı kesmesidir”. Barley’ye göre, “hepimiz öyle veya böyle havayı gömlekli turistlermişiz.” Kültür bittikten sonra yeni insana “turist” mi denecek? Yoksa biz turistler olarak dünyaya gezintiye çıkma özgürlüğü tanıyan bir kültürde mi yaşıyoruz? Peki, bu yeni kültürü nasıl anlatmalı? (s. 9)
Nigel Barley’nin turist metaforu, küreselleşen dünyada bireyin kimliksizleşmesini temsil ediyor. Eskiden kültür, bireyin kimliğini şekillendiren bir çerçeve sunarken, günümüzde insanlar kültürü bir giysi gibi değiştiriyor. Kültür artık bir aidiyet meselesi değil, tüketim nesnesine dönüşmüş durumda. Küreselleşme ile birlikte kültürler yerel kimliklerini kaybediyor, bireyler ise sürekli değişen, köksüz, turist misali bir hayat yaşıyor. (s.9)
Melez Kültür
Kitapta kültürün her zaman melez bir yapıya sahip olduğu vurgulanıyor. Johann Gottfried Herder ve Hegel’in fikirlerine referans verilerek Avrupa kültürünün bile aslında bir “karışım” olduğu belirtiliyor. Ancak hiperkültür bu melezleşmeyi farklı bir boyuta taşıyor: Kültürel öğeler sadece karışmıyor, aynı zamanda bağlamından koparılarak dizayn ediliyor. (s.27)
Burada, kültürel ürünlerin artık tarihsel anlamından bağımsız, tamamen estetik ve tüketilebilir nesnelere dönüştüğünü iddia ediyor. Kültürler artık tarihsel köklerinden koparılarak birer tasarım objesi haline getiriliyor. “Yalnız mekânın değil zamanın da böyle sınırsızlaştırılmasıyla hiperkültür, heyecan verici anlamıyla “hikayeyi/tarihi” bitirir.” (s.23)
Kültürün Aurasızlaşması ve Olgusuzlaştırılması
“Yarın nereye gitmek istersin?” sözü veya “gitmeye hazır mısın?” sloganı varlığa auralı bir derinlik, daha doğrusu auralı bir görünüş bahşeden bura’yla veda sürdürmekte. Aura özel bir “burada ve şimdi”nin parıltısı, ışıltısıdır, orada tekrarlanamaz.” (s.41) Ayrıca; “Küreselleşme, kültürü aurasızlaştırarak hiperkültüre çevirir. Aurasızlaştırma aynı zamanda olgusuzlaştırmadır. Kültürler yer ve tarihe yerleştirilmişliklerinden, hatta fırlatılmışlıklarından kopar.” (s.43)
Han’a göre; kültürün tarihsel bağlamından kopartılarak aurasızlaştırıldığı, bu noktada, kültürel kimliklerin artık bir “varlık” değil, bir “tasarım” olduğu vurgulanıyor. Küreselleşme, kültürü doğasızlaştırarak, onu salt bir tüketim nesnesine dönüştürüyor. (s.58)
Turist ve Hacı
Hacı ve Turist başlığında modern insanın “projelere dönük bir hayat” (s.45) yaşamak yerine, tamamen şimdiki zamanda var olan bir hiperkültürel turist haline geldiğini söylüyor. Burada geleneksel hac yolculuğu ile turist kavramı karşılaştırılıyor.(s.47)
“Hiperkültürel turist şu halde “gelecek kipinde” veya “gelecek zamanın hikâyesinde” değil olduğu gibi “şimdiki zamanda” yaşar ve buradalıkta meskûndur. Hiper kültürel turiste ne özlem vardır ne de korku.”(s.48) Hiperkültürel turist ise anlam aramaz, sadece gezer. Gelecek hakkında bir kaygı taşımaz, geçmişle bir bağı yoktur, sadece şimdiki zamanda yaşar. (s.45)
Modern birey artık bir “hacı” gibi belirli bir ideal veya hedef doğrultusunda yol almıyor, aksine, “turist” gibi sürekli yeni deneyimler arayan, yüzeysel olarak her şeye dokunan ama hiçbir yere kök salmayan bir varlık haline geliyor. (s.47) Bu kanıt, modern bireyin “anlam krizi” içinde olduğunu ve artık büyük anlatıların ortadan kalktığını iddia eden postmodern düşünceyle örtüşüyor. Artık bireyler kendilerini büyük ideolojilere veya ulusal kimliklere bağlı hissetmiyor; onun yerine anlık deneyimlerle şekillenen bir kimlik inşa ediyorlar. (s.48)
Sanat, Kimlik ve Nezaket Kültürü
“Günümüzün karakteristik yanı ufuk parçalanmasıdır. Anlam ve kimlik kurucu bağlamlar kaybolmakta. Parçalaşma, noktalaşma çoğullaşma zamanımızın semptomları, zaman artık yok, zaman çıplaklaşıyor yani anlatıdan soyunuyor. Ortaya çıkansa nokta veya olay zamanı, o da Ufuk yokluğundan pek mana taşıdığı söylenemez. Ufuk parçalanması acı çekici boşluk, anlat krizi olarak tecrübe edilebilir ama yeni bir özgürlük pratiğine de müsaade ediyor.” (s.57)
Kültürel kimliklerin artık tek bir aidiyet sunmadığı bir dünyada nezaketin önemli bir bağlayıcı unsur olduğu öne sürülüyor. Nezaket, farklılıkların bir arada yaşayabilmesini sağlayan gevşek ama etkili bir bağ olarak görülüyor. Kültürel normların veya büyük ideolojilerin olmadığı bir dünyada, insanlar sadece “nezaket” üzerinden ortak bir yaşam kurabiliyorlar.(s.72)
Sanatın ve kültürel kimliklerin artık hakikat arayışı veya derin anlam üretimi ile ilgilenmediği, daha çok parçalı ve tasarlanmış kimliklerden oluşan estetik bir oyun alanına dönüştüğü söyleniyor. Bireyin kendini hazır sunulan kültürel unsurlardan “yamalı bohça” gibi bir kimlik inşa ederek tanımladığı ifade ediliyor. (s.58)
Kültürün Hifleşmesi ve Monadlar
Kültürün hifleşmesi kavramı, kültürün artık derin bir iç bağlam sunmadığını, aksine yüzeysel ve bağlantılı bir yapı olduğunu anlatıyor. “Hif” kavramı, bir mantarın yayılması gibi, kültürün de köksüz bir şekilde yayıldığını ifade eder.” (s.36)
Buna bağlı olarak “monad” kavramı ele alınıyor. Leibniz’in monad kavramı, tamamen kapalı ve dışa bağlanamayan varlıkları tanımlarken, hiperkültürel dünyada artık monadlar kalmadığı, her şeyin açık, bağlantılı ve geçirgen olduğu savunuluyor. (s.51)
Sonuç
Yazar kitabında özetle, hiperkültürel dünyada bireyin, kimliğin ve kültürün nasıl dönüşeceğini sorguluyor. Kültür artık tarihsel kökenlerinden kopmuş, anlık deneyimlere dayalı, tasarım odaklı ve sürekli değişen bir yapıya sahip olduğunu söylüyor.
Han’a göre: Hiper-kültürellik kavramı, kültürün geleneksel sınırlarını kaybederek küreselleşme sürecinde nasıl yeniden şekillendiğini ortaya koymaktadır. Günümüzde kültür, artık belli bir coğrafyaya, dile veya etnik kimliğe bağlı olmaktan çıkmış; sürekli değişen, etkileşim içinde olan, bireylerin kendi kimliklerini özgürce inşa edebildiği bir yapı haline gelmiştir. Kültürün hipermetinsel ve bağlantısal bir forma bürünmesi, bireylere daha geniş seçenekler sunarken aynı zamanda aidiyet ve anlam krizlerini de beraberinde getirmektedir.
Bu süreçte, kültürel homojenleşme ve melezleşme aynı anda yaşanmakta, yerellik ve küresellik iç içe geçmektedir. Hiper-kültürel birey, artık belirli bir ulusal veya etnik kimliğin taşıyıcısı olmaktan çok, kültürel çeşitlilik içinde kendi kimlik bileşenlerini seçen ve dönüştüren bir figürdür. Ancak bu kimlik esnekliği, bireyleri köksüzleştirme ve aidiyet duygusunu zayıflatma riski de taşımaktadır.
[1] Güney Koreli Yazar ve kültür kuramcısı, 1959’da Seul‘de doğdu. 1980’de Almanya’ya yerleştikten sonra Münih’te felsefe, Alman edebiyatı ve Katolik teolojisi okudu. İlerleyen dönemlerde etik, fenomenoloji, kültür kuramı, estetik, din, medya kuramı, popüler kültür, kültürler arası felsefe gibi konulara yönelerek bunlar üzerine teoriler geliştirdi. 2012 yılından itibaren Berlin sanat Üniversitesi’nde felsefe ve kültürel çalışma alanında dersler vermektedir. Günümüzde en çok okunan kültür teorisyenleri arasındadır. Türkçeye çevrilen kitaplarından bazıları: Yorgunluk Toplumu, Şeffaflık Toplumu, Psikopolitika: Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri, Zamanın Kokusu: Bir Yaşam Sanatı Üzerine, Başka Bir Güzellik, Kapitalizm ve Ölüm Dürtüsü, İnfüzyon: Çay ve Zaman Üzerine, İyi Eğitilmiş Adam: Liberalizm ve İtaat Üzerine, Palyatif Toplum: Günümüz Dünyasında Ağrı ve Hakikat