Wael B. Hallag,[1] (2019) İmkânsız Devlet: Modern Çağda Bir İslam Devleti Niçin Mümkün Değildir? (İstanbul) Babil Kitap, ISBN: 978-605-80866-2-3
İmkânsız Devlet
(Modern Çağda Bir İslam Devleti Niçin Mümkün Değildir?)
Kitap giriş kısmı hariç yedi bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm Öncüller, ikinci bölüm modern devlet, üçüncü bölüm kuvvetler ayrılığı, dördüncü bölüm hukuki olan politik olan ve ahlaki olan, beşinci bölüm politik özne ve ahlaki benlik teknolojileri, altıncı bölüm küreselleşmeyi ve ahlaki ekonomiyi kuşatmak, yedinci bölüm ise ahlakın merkezi alanı üst başlıklarından oluşmaktadır.
Yazar, kitapta modern çağda bir İslami yönetim kurmanın imkânsızlığı tezinden yola çıkarak, yazarın İslam devletine veya yönetimine karşı olduğu, böyle bir iddianın imkânsızlığı kanısına varılmış olması gibi eleştirilere kitabın Türkçe önsözünde şöyle cevap veriyor: İslami yasanın veya yönetimin bizim dünyamızda ya da çocuklarımızın yaşayacağı dünyada hiçbir yerin olmadığı izlenimi hakkında herhangi bir yaklaşımın savunucusu olmadığını bu tür yorumların sadece dogmatik dar ve miyop görüşler tarafından yapılabileceğini dile getirerek aksine bu iddialara karşı “ilk ve son olarak söylemeli ki bu kitabın argümanın çok acil bir ahlaki toparlanmaya ihtiyaç duyan modern projenin yeniden şekillendirmesinin en alakadar ve yapıcı yollarından birinin Şeriat ve İslam yönetimin yaratıcı biçimde yeniden formüle edilmesi olduğu öncülüne dayanıyor.” yazar bu çalışmasıyla batılı siyaset bilimi, ahlak felsefesi ve hukuk disiplinleri ile bağ kurmayı amaçladığını söylüyor.
Hallag, kitabın temel tezinin: “modern devlet tanımına göre İslami devletin hem bir imkânsızlık barındırdığını hem de çelişkili bir tanımlama olduğu ”nu dile getirerek başlıyor. Eser, daha geniş perspektifle bakıldığında ise: Müslümanların politik, yasal ve kültürel mücadeleleri kendi ahlaki ve kültürel özlemleriyle modern dünyanın ahlaki gerçeklikleri arasındaki uyumsuzluktan kaynaklandığını aktarırken, kitabın neredeyse tamamı bu iddiayı doğrulama çabasında olduğunu söyleyebiliriz.
Hallag, kitabın birinci ve ikinci bölümde sırasıyla “Paradigmatik İslami yönetim” ve “Paradigmatik modern devlet” tanımlamalarının ne olduğunu açıklıyor. Modern İslami bir devletin imkânsızlığını savunduğu için, modern türde İslami devlet biçiminin modern öncesi İslam tarihinde hiç görülmediğini varsayıyor. Çünkü modern devletin soykütüğünün Avrupalı olması dolayısıyla, modern devlet coğrafi, sistematik ve epistemik soykütüğü nedeniyle doğası gereği İslami olamayacağını vurguluyor.
İslami paradigmanın tanımlayıcı simgesinin şeriat olduğunu vurgulayan yazar, şeriata şöyle bir tanımlama getiriyor: “İslam’ın ahlak yasası olan Şeriat, örfi hukuk ve yerel örfi pratiklerle başa çıkmış hem toplumu hem de yönetimi düzenleyen en üst ahlaki ve yasal kuvvet olmuştu.” Bu paradigmatik bir hukuktu iyi düzenlenmiş bir toplum kuran ve idare ettiren özellikle ahlaki bir yasa olarak tanımladığını görüyoruz.
Modern anlamda İslami bir devlet hiçbir zaman var olmadığı devlet modelidir ve modern derken kendini özgün bir fenomen olarak ayrıştıran belli bir ilişki yapısından söz ettiğini, bunun özel bir nitelik olduğunu belirtiyor. İslami yönetim bugün devlet dediğimiz şeye paralel olmakla birlikte modern devleti oluşturanlardan hayli farklı yasal politik sosyal ve metafizik temellere dayanır.
Hallag özellikle iki model arasındaki ontolojik farka dikkat çekerek, uyumsuzlukları şöyle dile getiriyor. Metafiziğe demlenmiş bir ahlaki yasal sistem olmaksızın İslam olamaz, ilahi egemenlik olmadan da ya da onun dışında böyle bir ahlaki sistem olamaz ve bunların yanında kendi egemenliği ve egemen iradesi olmaksızın modern devlet olamaz hiç kimse modern devletin bu temel egemenlik biçimi özelliği olmaksızın var olabileceğini savunamaz.
Üçüncü bölümde ise egemen irade ve hukukun üstünlüğünü kuvvetler ayrılığının hem doktrini hem de pratiği açısından iki ayrı amaca hizmet edecek şekilde inceleyerek. Hem modern devlet hem de İslami yönetimin yapı ve anayasal çerçevelerini açıklamaya çalışıyor bunlar içinde hukuk, yasal sistem, modern devletle, İslami yönetim arasındaki anayasal arka plan ve aralarındaki farkları göstermeye çalışıyor. Egemen irade ve hukukun üstünlüğünü ve kuvvetler ayrılığı kapsamında yaptığı karşılaştırmanın sonucunda: “İslami yönetiminde yasanın üstünlüğü (şeriat) modern muadilinden daha ileride olan bir hukuk üstünlüğü anlamına geliyordu. Bugün Müslümanlar için modern devlet sisteminin kuvvetler ayrılığına benimsemeyi düşünmek tarihleri boyunca kendilerine sağladıkları imkândan daha azına tamah etmek olur.” Diyor. Ayrıca; Modern olan kendi devamlılığı ve çıkarları için çalışan devletin egemenliğini ve gücünü temsil ediyor. Tam tersine Şeriat bir yöneticiye ya da herhangi bir politik güce hizmet etmedi çünkü o şekilde tasarlandı halka kitlelere yoksullara mazlumlara ve tüccarlara zorluk çıkarmadan kervana katılanlara hizmet etti, bu anlamda sadece derinlemesine demokratik değildir. Aynı zamanda modern devletin ve onun hukukunun anlayamayacağı şekilde insancıl olduğunu belirterek İslami yönetimin, modern devletten çok daha üstün olduğunu söylüyor.
Hallag, genel kabullerin aksine, modern devleti kutsayanlar için en önemli özelliği olan güçleri ayrılığı ilkesi ve hukukun üstünlüğü ilkesi özellikleri bakımından. Modern devlet, devletin sınırları içinde iyi yönetim iddiasının devletin anayasal organizasyonuna yakından baktığımızda epeyce zayıf olduğunu belirtiyor. Hukukun üstünlüğüne gelince İslam’da yasama yürütme ve yargı kuvvetlerinin tabi ayrılığının böylesi bir ayrımın anlamını ve amacını daha doğru tecessüm ettirdiği ve bu noktada Paradigmatik modern devlette gözlenen açıkça üstün olduğu dikkate alındığında, Paradigmatik İslami yönetimin modern muadilinden öğreneceği şeylerin çok az olduğunun üstünü çiziyor.
Yazar Dördüncü bölümde hukuki olan politik olan ve ahlaki olan başlığı altında Modern projedeki hukuki ve politik olanın yükselişini tartışıyor. Hukukun anlamı ve onun ahlakla ilişkisini izah ediyor. Modern devlette yasal olan ile ahlaki olan arasında fark, olanla olması gereken arasındaki ilişki, sürekli politik olanın yasal ve ahlaki olana karşı yükselişi karşısında, modern öncesi İslami gelenek ve söylemde Kur’an dâhil yasal olan ve ahlaki olan ikiye ayrılmış kategoriler olarak tanımlanmıyor. Olan ve olması gereken, olgu ve değer, tek ve aynı görülüyordu, modern dünyada gösterdiğimiz şekle bu ayrım hiç var olmadı eğer modernite anladığımız şekliyle ahlaki tabiri modern öncesi İslam’da yoksa o halde ahlaki ile hukuki arasında ayrım da geniş anlam ile Şeriat da hele de Kur’an’da var olamaz. Dolayısıyla Kur’an’da ve onun üzerine inşa edilen Şeriatta hukuki olan aynı zamanda ahlakidir ve bunun tersi de böyle olduğunu belirterek iki sistemin bu açıdan temel farklarını açık bir şekilde belirtiyor.
Yazar modern devletin, ne etik temeller üzerine inşa edilebilir ne de ontolojik açıdan ahlaki bir yapı olarak işlev gösteremeyeceğini söylüyor. Hatta o ne ahlaki alana girmeye çalışır ne de onun görevi bizi iyi yapmaktır. Politikaya ya da devletin tahakküm çerçevesine dair geliştirilen herhangi bir ahlaki argüman son tarihte politik bir argümandır. Modern devletin önceliği politik olanın yükselişidir.
Beşinci bölümde ise makro ölçekten mikro ölçeğe, düşünce ve siyaset sistemlerinden, benlik ve öznellik âlemine giderek dördüncü bölümünün odağını daraltıyor. Modern ulus devlet ve İslami yönetimin (doğaları ve ikisinin de özü itibarıyla sahip oldukları benlik teknolojileri gereği) iki farklı özellik oluşumu alanı üretmeye meyilli oluşunu ele alıyor. Bu paradigmatik alanlar tarafından üretilen özneler birbirinden oldukça ayrı iki konumda bulunduklarını, iki ayrı ahlak, politik, epistemik ve psiko-sosyal dünya kavramsallaştırması oluşturduklarını ortaya koyuyor.
Altıncı bölümde ise; argümanlarını kurabilmek adına olanaksızlıklarına, engellere rağmen modern çağda bir çeşit İslami yönetimin var olmasını varsayımsal olarak müsaade ediyor. Ve bunun imkânsızlığını bunun sürdürülebilir olmadığını ispatlamaya çalışıyor.
Son bölümde ise; merkezi alan ve paradigma kavramlarından istifade ederek modern ahlaki ikilemleri sorgulayan yazar, içsel ve temel zıtlıkların tamamının ciddi bir problem oluşturduğunu belirterek. Eğer Müslümanların hayatlarını; sosyal, ekonomik ve politik alanda organize etmeleri gerekirse o zaman mühim bir seçimde karşı karşıya kalacaklarını söyleyerek. Ya modern devleti ve onu üreten dünyaya yenik düşmek zorunda kalacaklarını, ya da modern devlet ve onu üreten İslami yönetimin, yani Müslümanların politika, kanun ve en önemlisi ahlak kavramlarının ve ona bağlı politik ve ekonomik taleplerinin meşruiyetini tanımak zorunda kalacağını belirtiyor. İlk bakışta birinci seçenek şu anda Müslümanlar ve entellektüelleri tarafından çoğunlukla kabul edildiği için daha gerçekçi gelecektir. Ancak bu varsayım modern devletin doğasının şeklinin özelliklerinin ve herhangi bir İslami yönetimle içsel ahlakı uyumsuzluğunun doğru anlaşılmasının önüne geçer. İkinci seçeneğin gerçekleşmesi bütün belirtileri ile çok daha az muhtemel görünüyor. Çünkü kurulacak herhangi bir İslami yönetim şekli kendisinin de küresel dünyanın buyruklarının baskısı altında olduğu bir devletler sistemi içerisinde yaşamak zorunda kalacak. Eğer modern devlet, birçok analistin söylediği gibi yarışmak ve küreselleşme baskısının altında yeniden kendini düzenlemek zorundaysa, İslami yönetim giderek sayısı artan meydan okumalarının sonuçlarına katlanacak ki bu muhtemelen bu İslami yönetimin gerilemesine ve tamamen yıkılmasına sebep olacağına kanaat getiriyor.
Günümüz insanının yaşamış olduğu tüm problemler politik ahlaki insani ekonomik ruhsal bunların hiçbiri her şeyi kapsayan modern devlet projesinden ayrıştırılamaz bu yüzden modern devlete dair sorgulamalar devletin kendisini eleştirinin hedef tahtasına koymadan başarılı olamaz. Bu problemler özünde ahlaki problemlerdir çünkü en nihayetinde doğaya dair ahlaki bakışımızın bozulmasından kaynaklanırlar ve sadece bu bakış düzelttiğimiz taktirde tatmin edici hakiki bir çözüme kavuşabilirler. Modern İslam’ın temel problemleri hususi olarak İslami değildir. Modern projeye entegre sorunlar olduğu açıktır.
Hallag, dünyamızı içinde yaşadığı bu krizlerden belki “medeniyete bağlı” değişikliklere bakılmaksızın, ahlakı dünya kültürlerinin merkezine yerleştirecek bir zafere hazırlamakla olabilir. Çünkü böyle bir başarı olmadan İslam yönetim olmayacaksa, modernite ilk etapta ahlaki uyanışı tecrübe etmeden de böyle bir başarı olmayacaktır. Ancak bir ideal olarak, moderniteyi ahlaki eleştirinin yeniden yapılandırmasına tabi kılmak sadece İslami yönetimin yeniden doğuşu için değil bizim maddi ve manevi yaşamımızın içinde en önemli gerekliliktir. Kriz İslam yönetime ve Müslümanlara mahsus değildir diyor.
[1] Wael B. Hallaq, 1955 yılında Nasıra’da doğmuş Filistinli-Hristiyan bir akademisyendir. İslam hukuku ve İslam entelektüel tarihi alanlarında uzmanlaşmıştır. Lisans eğitimini Hayfa Üniversitesi’nde tamamladıktan sonra, yüksek lisans ve doktorasını Washington Üniversitesi’nde yapmıştır. 1985 yılında McGill Üniversitesi’nde İslam hukuku alanında yardımcı doçent olarak akademik kariyerine başlamış, 1994’te profesörlüğe yükselmiş ve 2005 yılında James McGill İslam Hukuku Profesörü unvanını almıştır. 2009’dan bu yana Columbia Üniversitesi’nde beşeri bilimler profesörü olarak görev yapmaktadır. “The Impossible State” (İmkânsız Devlet), adlı eseri, 2015 yılında Columbia Üniversitesi’nin Seçkin Kitap Ödülü’nü kazanmıştır. Ayrıca Hallaq, 2020 yılında Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Uluslararası Akademi Ödülü’ne layık görülmüştür.