Perşembe, Eylül 11, 2025

Zambak

0:00 0:00
100

Sokağa çıkmam için hiçbir sebep yok, işim yok. Para derdim yok eve ekmek almak zorunda değilim, bir dost yüzüne hasret kalmışlığım yok. Yok, da yok. Peki, neden çıkıyorum, bilmiyorum. İnsanların içlerinde durup hala yaşıyor olduğumu hissetmek için mi, belki. Cevabını biliyorsam neden bilmiyorum dedim, onu da bilmiyorum. Uzun zaman oldu geliyorum bu durağa, bakıyorum öyle. Kendimce yaşayan insanları tahlil ediyorum. Yok, öyle bilgili biri olduğumdan değil, can sıkıntısından. Bu sıradan tekdüze hayatıma insan telaşlarını ortak ediyorum. Bir nevi çalıyorum da denilebilir. Evimi terk edişimin tek sebebi bu şimdilik, bir gün son defa terk edeceğim ve bu çalıntı bir hayat için olmayacak sahiden şöyle kelli felli bir terk ediş. Durdum gün boyu. Önce okul telaşı başladı öğrencilerin, son anda yetişti genç delikanlı. Kız on beş dakika bekledi durakta. Öbür oğlan bekletti otobüsü çağırdı kız arkadaşını. Ben ise durdum. Seyretmeye değmeyen onca insani hallerini seyrettim. Oysa gökyüzüne bakmayı aklıma bile getirmemiştim. Çalıntı bir hayatta gökyüzü var mıdır sahiden? Hayır, cevabından korkuyorum belki, bu yüzden bakamıyorum göğe. Kalktım o duraktan. Bir gün terk edeceğim evime girdim. Salonda bıraktığım kahve fincanına baktım, boş ver kalsın.  Balkonda saksılarını bile unutmuş bir insanım ben. Hevesle vermişti çocuklar, ben de hevesle almıştım ancak sulamayı unuttum hep. Sonra, deyip küçük bir mahcubiyetle çekerdim perdeyi. Ben görmeyince solmuyordu sanki onlar da. Yarın ölsem diyorum, yine solacaklar.  Yarın oldu ve ben ölmedim. Ama çiçekler soldu. Bir gün daha uyandım sabaha, bir gün daha aynı şeyleri yaptım bir gün daha sulamadım kurumuş çiçekleri.

Bir tıkırtı halinde çalmaya başladı kapı. Kimseyi beklemiyordum, bir dostumun gelmesini hiç. Usul yavaş açtım kapıyı. Dün gece rüyamda gördüğüm veya durakta dikkatimi çeken biri ya da geçmiş aşkım Gülten değildi. Bak işte geçememiş.  Kim olduğunun önemi hiç yok ama neden geldiğinin önemi vardı. ”Çiçekleriniz.” dedi. “Kurumuş, karşı balkondan gördüm.”

Mahremiyetin olmadığı bu şehirde kuruttuğum çiçekler yüzünden mahcup olup,  o yoğurt kovasındaki çiçeği aldım. Neden aldım, demek ki hala yaşıyorum demek ki hala bir umut var. Ya da almamaya mı çekindim, ayıp mı olurdu almasam?  Kapıyı kapatıp bütün bu olanların, felsefesini aramak, belki köye taşınmayı tekrar düşünmek, bir insanın neden evinde çiçek beslediğini bulmak yahut utanmak evet utanmak istedim rahatça. Kapıyı kapatmadan evvel “Zambak.” Dediğini duydum.

Zambak… Ona bakabilir miydim? Neden insanlar bana usanmadan çiçek verirler, çok mu yalnızım, belki. Sonra düşündüm, karşı komşumun benim hayatımın her alanı görmüş olsa. Mesela sabahları ilk iş camları açıp gündüz kuşağı izlediğimi hatta doktorun tavsiyesine uymadan beyaz ekmek yediğimi, kirli çoraplarımı köşeye dizdiğimi boş yere duraklarda beklediğimi, hepsini görmüş olsa. O halde bana neden zambak getirsin, böyle bir adama, üstüne üstelik bir de çiçek kurutan bu adama kim niye çiçek emanet etsin. Zambağa baktım. Öylece kapının eşiğinde duruyordu. Ne yalan söyleyeyim ondan da utandım. Durgun bir mahcubiyetin, bir insana ikinci bir şansın verilmesinin alameti gibi geldi bana. Zambak, biraz da karşı komşu demekti. Karşı komşum benim hayatımı biliyordu, insan hayatından utanıyorsa ne diye yaşıyordu. Şimdi zambak, benim utandığım hayatım, sıradanlığımdı. Tüm ışıkları kapatıp onu orada bıraktım, başka bir yere koymaya gücüm yok.

 

Ertesi gün perdelerimi kapatıp başladım güne. Kapattım ama ne beyaz ekmek yedim ne de çoraplarımı dizdim. Neden bugün perdeleri kapalı diye düşünmüş müdür acaba? Gündüz kuşağı merak uyandırıyordu, halen onu bırakamadım. Zambağı karnıma bastırıp çıktım evden, mahcubiyetimi bir nevi hayatımı tekrar durağa getirdim ancak bu sefer durakta bekleyen koşan insanları değil beraber karşıdaki erik ağacını, bulutları seyrettik. Fark ettim ki ben ilk defa yeri ve göğü değil yerdekileri ve göktekileri seyrettim. Gerçek bir histi bu farklı bir şeydi. Ne çalıntı ne de sıradandı. Bir çiçekle bambaşka dünyalara seyahat etmenin hazzı ve bu hazzı yaşamamın gerçek olup olmayışının şüphesi vardı içimde. İçimden konuştum da onunla, dışımdan konuşmaya mecalim yok, cesaretim de. Cesaret deli işidir, çiçeklerle konuşmak da öyle. Ben de konuştum sahi, yoksa ben içimden mi deliyim ve bunların hiçbiri sahiden yaşanmıyor mu? Akşam olunca zambağı abajurun altına bıraktım. Bir gün de olsa hayatımı göstermiştim herkese, en çok da gökyüzüne, ben buyum demiştim yetmez miydi?

Gece olunca keyifle yatağa uzandım. Gün boyu yaşadıklarımın verdiği heyecan beni bir türlü uyutmadı döndüm durdum, saat epey geç olmuş. Gün nerdeyse doğacak. Zambak ne yapıyor acaba diye düşündüm yarım bir gülüşle. Dudağımın kenarında yapay bir sırıtış asılı kaldı. Bugün de zambağı sulamadığımı fark ettim sonra sanki bir rüzgâr geldi ve durakta elimde duran o saksıyı düşürdü paramparça etti. Şüphelerim doğruydu demek, demek başka ülkeler, o bulutlar o gökyüzü sahi değildi. Ben aynı sıradan, çalıntı bir hayatı omuzlarında taşıyan o kirli çorapları dizen adamdım. Bugün de bu hayatı yaşamayı hak etmediğimi düşünerek zambağı balkona çıkardım, perdeyi bir elbiseyi çıkarır gibi açtım, cesaretle ve bir utanmazlıkla.

O solmaya ben ise evimi terk etmeye hazırdım. Şimdi artık ikimiz de özgürdük.

 

Hilal Değri
Beşinci Mevsim dergisi yazarı

Editör
Editör
Beşinci Mevsim dergisi ve Beşinci Mevsim kültür, sanat ve fikir platformu editörü. Kırılacak bir kalbi kalmamıştır. -Editör incelemelerinden geçen ve kabul gören yazılar buradan paylaşılmıştır.
BENZERİ YAZILAR
0 0 oylar
Yazı Puanı
Yoruma Abone Ol
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

İLGİ ÇEKENLER

SON YORUMLAR