‘’gece inmiş şehre,
bir tek şiir merhem olur gönlümün karasına şimdi.’’
Bu yazıyı yazmaya başladığım saatlerde bir baba evini terk etti. Talihli ve talihsiz yaşamlar başladı; ölümler, alkışlar, kargışlar, kan kusturacak acılar yaşandı. Üst katında Yasinler okunan bir apartmanın alt katında Firavunlar kahkaha attı. Şehrin en ışıltılı caddelerinde battaniyesine sarılan kimsesizler uykuya daldı. ‘’Bir adam girdi şehre koşarak’’, bir kuş bir garibana Allah’ı hatırlattı. Ben, bu yazıyı yazmaya başladığım saatlerde dünya her zamankinden daha dünyaydı.
İnsanlığın yıldızının parladığı anlar kitabında -ki ben her ne kadar 632’den beri o yıldızın bir daha parlamadığını düşünsem dahi- Zweig, dünya tarihinde yerini almış on dört tarihsel minyatürü karşımıza çıkarır. Okuyanlar bilir benim de orada altını çizdiğim bir cümle şu şekilde haykırmıştı bana ‘’ yorgundu; hissedemeyecek, yaşayamayacak kadar yorgundu.’’ Ben bu yazıyı yazmaya başladığım saatlerde yüzüm biraz daha babam oluyordu. Gücüm yeterse on dört kaybeden adamın hikâyesini yazacaktım. Bir adam, bir masa ve yıldızlar. Az ötede gözlerime bakan Mahmud Derviş, biraz ötemde Bahe, sonra kara zeytin gözleriyle Bayan Rosa ve en sonunda kendimi görüyorum babamın ellerinden tutar halde. Gece iniyor şehre.
‘’ Ah Rita…
Aramızda milyonlarca serçe ve bir resim ’’
Tarihler 1960’ı gösterir. Akka’da doğan ve çocukluğunu mülteci kamplarında geçiren, tebessümü dahi hüzün kokan o çocuğun -Filistin milli şairi Mahmud Derviş’in- üniversite yıllarıdır. Altı yaşında köyünden sürgün edilen bir çocuğun… Bir yandan yaşam (görece) devam eder, bir yandan yurdu acılar içinde kavrulur. Her yere ölüm sinmiştir. Akşam anneniz, babanız ve kardeşlerinizle yemek yediğiniz ev sabah ya yok olmuştur yahut sofrada birileri eksik kalmıştır. Düğününüzü hayal ettiğiniz sevgilinizin naaşını hıçkırıklar içinde karşılıyorsunuzdur. Dünyaya olan inancınız yitip giderken bir lanet gibi yaşamak geçer başınızdan. Nefes almak güçleşir, çocuklarınıza anlattığınız hiçbir masal mutlu sonla bitmeyecektir.
Bütün bunlar tarihin karanlık sayfalarına altın varaklarla kazınırken genç Derviş Hayfa Üniversitesinde eğitimine devam eder. Fakat hiçbir zaman vatanının işgaline kayıtsız kalamaz. Filistin aşkını her defasında şiirlerinde haykırır. Filistin’in sesi olur. Bu yüzden de her adımı takip edilir, günlerce, haftalarca, aylarca izlenir. Bıçağın saltanatını kabul etmeyen bir yara olur. Ancak bir zaman sonra bu cesur adamın kimliğine bir çift göz eklenir. Ve nihayetinde Derviş burada bir kadına âşık olur. 2007 yılında verdiği bir röportajda bu kadının Yahudi ve adının Tamar Ben-Ami olduğunu söyler.
Zaman geçer, Derviş aşkını şiirlerine taşır. Tamar Ben-Ami yani Rita ile Derviş birbirlerine sımsıkı bir aşkla bağlanırlar. Aşkların dahi işgal altında olduğu bir coğrafyada Mahmud Derviş, şiirin gücüne sığınmıştır. Gözleri Rita’dan başkasını görmez ama bilir arada aşılmaz dağların, ölümlerin, işgallerin olduğunu da. Köhnemiş bir dünyada bir damla mutluluğun adı olur Rita. Bir an olsun hayal kurmaya başlamıştır belki de Derviş. Her şeye rağmen savaşın ucundaki iki farklı taraf olmalarına rağmen Derviş ile Rita aşklarının önüne geçemezler. Yüreğinin bir yanı Filistin bir yanı Rita olur. Ancak çok zaman geçmeden Mahmud Derviş o sarsıcı gerçeği öğrenir. O çok sevdiği ve o gözlerine baktığında dünya yükünü unuttuğu Rita’sı bir Mossad ajanıydı. Müthiş bir trajik sonla Derviş’in bu aşkı burada biter. Rita’nın sevgisi bir oyunun parçası mıydı? Yüreği dahi işgal mi edilmişti? Bilinmez. Zaten Derviş de bu konuyu saklamaz ancak çok fazla da dile getirmez. Bir şairin en büyük çığlığı suskunluğudur elbet. Susar Derviş. Sadece şiirlerine sığınır. Rita hala sevilecekse şiirlerde sevilecek, Rita’ya kızılacaksa yine şiirlerde kızılacaktır. Ona ne hissettin diye sorduklarında tüm gücünü toplar ancak yüreğinden yalnızca şu cümle çıkacaktır: “Vatanımın yeniden işgal edildiğini hissettim.’’
Acıtan bir mahcubiyetle de olsa şiirlerinde Rita’ya seslenir. “Tüm yollar sana çıkar, seni unutmak için gittiğim yollar bile.” Yenilgiden dönülmüştür ancak Mahmud Derviş artık Filistin kadar yalnızdır.
Rita ve Tüfek
Bir tüfek… Gözlerim ve Rita arasında
Rita’yı tanıyan, eğilir
ve dua eder
o bal gözlerdeki kutsallığa
Ve öptüm Rita’yı…
o küçükken daha
Ve hatırlarım nasıl sıkıca tutunduğunu bana,
ve kolumun o en tatlı zülüfe dolaşmasını
ve hatırlarım Rita’yı
tıpkı serçenin gölünü hatırladığı gibi
Ah Rita…
Aramızda milyonlarca serçe ve bir resim
çokça da vaat var.
Ateş etti hepsine, bir tüfek
Rita’nın adı bayramdı dudağımda
bedeni düğündü kanımda
Ben ki kayboldum Rita’da iki sene
kollarımda uyudu Rita iki sene
Kadehlerin en güzeline sözleşmiştik ve yandık
dudakların şarabında
ve doğduk bir kez daha
Ah Rita
gözlerini gözlerimden ne alıkoyabilirdi ki
bir iki uyuklama ve
bal rengi bulutlar dışında,
bu tüfekten önce
Bir varmış bir yokmuş…
Ey akşamın sessizliği
bir sabah mehtabım
göç etti o bal gözlerde.
Ve şehir…
Süpürdü tüm şarkıcıları ve Rita’yı
Bir tüfek… Gözlerim ve Rita arasında…
Derviş – 1967**